Türk Kahvesinin 500 yıllık Tarihi-Anadolu’da İlk Toplu İş Sözlemesi

Türk Kahvesinin 500 yıllık Tarihi-Anadolu’da İlk Toplu İş Sözlemesi

2013 yılının aralık ayı itibariyle Unesco'nun insanlığın somut olmayan kültüren mirası listesine kabul edilen 500 yıllık geleneksel içeceğimiz çok prestijli listeye giren giren ilk içeceğimiz oldu.16 yüzyılın içesinde kahveyle tanışan bu topraklar sayesinde bugun üç kıta ve yetmiş ülkede kahve üretilmektedir, ülkemizde kahve yetişmediği halde türk kahvesi gerçeği bütün dünyada hakimdir. viyana savaşı öncesinde Nurbanu sultan ile avrupada belirle kitlelere ulaşan kahve ,viyana kapılarına dayanan osmanlının Polanya'lı çevirmen Konçerski'nin taraf değişmesiyle viyana kapılarından geri çekilen osmanlının ,çuvallarla yanında yanında götürdüğü kahveleri bırakmak zorunda kalıyor.deve yemi zannedilen kahve tuna nehrine tam dökülürken Konçerski tarafından savaş ganimeti olarak istenmesiyle hediye ediliyor. ve viyanda ki ilk kahvehaneler açılıyor avrupa kahve ile taşınıyor.bu işin çok makbulu yemen de yetişen moka kahvesidir. Peçevi ve Evliya Çelebi'nin yazılarına konu olan yemen dilberi dünyanın tek telveli kahve olması özelliğini taşımaktadır.yaygınlaşmasını en çok sağlayan folklorik ve kahve içme ritüelininin zikredilmesin de ilk günden itibaren yanında su ile servis edilmesi yanında lokum olması gelenek olmuştur.

Yemen'in fethi ile birlikte osmanlı Kanuni Sultan Süleyman döneminde Yemen Valisi Özdemir Paşa vasıtasıyla İmparatorluk başkentine geldiğidir. kanuni sultan döneminde hakem ve şems adlı iki kişi tarafından tahtakalede ilk kahve açılmıştır.hakkında çoğu kez fetva yayınlanmasından sonra yasaklara maruz kalan kahve tiryakiler tarafından gizlice içilmeye devam edilmiştir..geçmiş devirlerin sanatı olan seyyar kahvecilik cumhuriyetin dönemi kadar devam etmiştir.fal bakma aracı olarakta kullanılan türk kahvesi hala en büyük buluşma aracıdır, sosyal etkileşim kız isteme törenlerde en büyük araçtır .anadolu da fal bakmak için fincanı kapatırken hala Şeyh Şazeli ruhuna fatiha okunmaktadır.pek çok mani ve atasözleri içeren türk kahve kültürü yaşayan en büyük kültürümüzdür.

Anadolu'da kahve tüketimi yaygınlaştıkça fincan ihtiyacı da beraberinde gelmiştir, buna göre ilk toplu sözleşme fincan ustalarıyla yapılmıştır. Osmanlı döneminde ilk toplu sözleşme 13 Temmuz 1776 tarihinde Kütahya'daki çini atölyesi sahipleri ile, bu atölyelerde çalışan kalfa ve çıraklar arasında yapılmıştır. 24 iş yeri adına yapılan sözleşme, Vali Ali Paşa huzurunda, Anadolu Eyaleti Kethüda Çavuşu Salih Ağa tarafından, Abdülkadir Çavuş, İbrahim Çavuş ve o devrin profesörü sayılan müderris Muhyizade Muhittin Efendilerin katılımı ile imzalanmış, Kadı Ahmed Efendi tarafından da onaylanmıştır.

Toplu iş sözleşmesi taşıyan bu anlaşmaya göre:
Bir kalfa en az 100 fincan işlemesi karşılığında 40 akçe, 150 fincan işlemesi karşılığında ise 60 akçe alacaktır.

Bir şakird (acemi işçi), en az 100 bayağı fincan işlemesi karşılığında 24 akçe, 250 bayağı fincan işlemesi karşılığında ise 60 akçe yevmiye alacaktır.

Ayrıca bu iş sözleşmesinde çalışma düzeninin korunmasına yönelik hükümler de yer almaktadır. Bu hükümlerle alakalı en dikkat çekici maddelerden birisi ise şöyledir:

Kalfa ve çıraklar bu anlaşmada belirtilen hükümler dışında bir istekte bulunmayacaktır.

Kalfalar ve çıraklar, Kütahya'daki 24 iş yerinden başka iş yeri açamayacaktır.

Kalfa ve çıraklar, belirtilen düzeni bozmaya kalkıştıklarında ölüme bedel kürek cezasına çarptırılacaktır.

"Bu fincanı siz İstanbul'a gönderiniz, orada her şeye bir kulp takarlar" – Keçecizade İzzet Molla

Kahve tüketimi yaygınlaştıkça, kahve ritueli ile igili malzemelerin, özelikle de fincanların çin porselenlerinden de esinlerek üretimi artar. 16. yüzyılda İznik'te az da olsa fincan yapımı olduğu bilinse de, Kütahya'da 17. yüzyıldan önce fincan üretimine dair bir bulguya rastlanmıyor. Kütahya'da fincan üretimi 17. yüzyılda hız kazanmış, 18. yüzyılda ise şehirdeki atölyelerin tekeline geçmiştir.

Bu dönemde genellikle bitkisel bezemeli veya soyut figürlerle desenlendirilmiş fincanlara tabak ve zarf eklenir. Önceleri seramikten yapılan ve fincana yapışık şekilde duran fincan zarfları, Osmanlı kültürüne aittir. Tabak kullanımının ise büyük olasılıkla batı menşeli olduğu düşünülmektedir. Kahvenin hazırlık, servis, tüketim ve saklama aşamalarında kullanılan kahve değirmeni, kahve tavası, kahve soğutucusu, cezve ibrik ve kahve güğümü gibi malzemeler de kahve seremonisini tamamlayan diğer öğelerdir.

"Neşe aradığın o kadeh, aslında senden daha dertlidir. Bir dokun bin ah işitirsin o zarif kaseden" – Gelibolulu Mustafa Ali Efendi

Zarif ve kırılgan… Güzelliğine aldanıp da onu gamsız sanmayın. Bu ince porselenlere dokunulduğunda bir ses çıkardığını da unutmayın.

Kahveyi, İstanbul'un fethinden 64 sene sonra Yemen Valisi Özdemir Paşa, medreseye getiriyor. Öğrencilerin daha dinç kalması için, daha çok ders çalışsınlar diye fakat medreseler tadından dolayı kahveyı reddediyor. Sufi dervişler bu içeceğe rağbet gösteriyorlar, çorba gibi kaynatılıyor çorba gibi taslarla içiliyor. Dönem içerisinde kavurma ve çekim işleminde başarılı sonuçlar elde edilmesiyle Türk kahvesi kimliği ortaya çıkıyor.

Her şey tasarlandıktan sonra içim için fincan tasarımları başlıyor. Köpüğün dağılmasını engellemek için altı dar üstü geniş olan, soğumasını engellemek için incelik yapısı uygun, kulp kısmı sağ ve sol ele özel tasarımlar yapılıyor. 16. yüzyıl fincanları turkuaz ve pembe, Kanuni dönemi fincanları lacivert, en zirvede döneminde Osmanlı, İslam ile özdeşleşmiş yeşili seçmiştir. 18. yüzyıl huzur ve gözyaşının rengi olan sarı seçilmiştir. Cumhuriyet döneminde, Ülkü Hanım tarafından tasarlanan Atatürk fincanı, 3 adet olarak üretilmiştir. O dönem kahvede şeker yerine girit balı ve reçel kullanılmıştır.

Türk kahve seremonisi öncesi ağız temizligi için su içilir, gül lokumu ikramı ise heyecanı bastırması, kan şekerini düşürmesi için yapılır. Her ne kadar nicelik olarak artış olsa da, nitelik olarak bir şeyler eksildi kültürümüzde.